
Varoluşsal Cennet: Duyukta
Aytuğ İzat
Varoluşsal Cennet: DuyuktaAytuğ İzat, Beyaz Kurt
Tsalaghi Ayeli isimli Çeroki’lerin, özellikle Kaplumbağa Nine ve Şifalı Otlar, Beyaz Kurt isimli efsanelerinde ”Duyukta” kavramıyla karşılaşırız.
Duyukta, hayvanlar alemi, bitkiler alemi, diğer dünyasal varlıklar ve ilk insanlardan olduğu ileri sürülen Tsalaghi Ayeli kabilesini de içine alan, başlangıçtaki en huzurlu, en adil paylaşımların yaşandığı cennetimsi bir dünya yaşamına atfen kullanılmıştır. Birlikte huzurlu, mutlu ve uyumlu, barışın kesintisiz yaşandığı bir hayatı anlatır.Varlıkların tamamı, hiç değilse başlangıçta, özlerindeki birlikte huzurlu ve mutlu yaşama arzusunu onurlandırmaktadır.
Duyukta kavramının, çok sonradan literatüre giren, aynı anlamlı “limerence” kavramını etkileyip, etkilemediğini henüz bilmiyorum. İncelemeye değer.
Tarihin ilk dönemlerinde, şekli kaplumbağaya benzediği için Tsalaghi Ayeli kabilesi, Kuzey Amerika’ya Kaplumbağa Adası ismini uygun görmüştür.
Özellikle Tennesse ve Georgia Eyaletlerinde bulunan iki dağ zirvesi, ilk yaşam alanları olarak tanımlanır bu efsanelerde. Efsanelere göre, dünyanın geri kalan kısımlarının tamamı sular altındaymış. Karaların nasıl oluştuğu Kaplumbağa Nine efsanesinde anlatılır.
O tarihlerde, kara parçası olarak sadece iki dağ zirvesi vardır: Ani- Kituwa (Mount Buckley) 2025 m, ve Ani-Yvwiya (Mount Love) 1950 m. Bu zirveler Tennessee ve Georgia eyaleteri arasında,Mavi Dağların üzerindeymiş. Bu zirvelerde bolca dut ağaçları varmış ve Tsalagihi Ayeli kabilesi de ilk insanın dünyaya ayak basmasının ardından bu alanda yaşamaya başlamış.
Gelelim Duyukta’ya.
Tüm varlık, dağ, taş, bitki ve hayvanlar, hatta başlangıçta T. Ayeli kabilesi bile tek bir dil üzerinden anlaşırlarmış. Herkes herkesin ne dediğini anlar, aynı dilde cevaplarmış. Paylaşımcılık çok adilmiş. Öfke yokmuş, kin bilinmezmiş, varlığı bir birine düşürecek kıskançlık yokmuş. Huysuzluk olmadığı için üzüntü yokmuş. Şikayet edecek konuları olmazmış. Rekabetçi yarışlar elbette varmış: Keyifli zaman geçirmek için komik yarışmalardan hoşlanırmış her varlık. Ötekileştirme yokmuş; ötekilerle olan öz bağların varlığı onurlandırılırmış. Kutsal Ruh varlığı böyle yaratmış ve başlangıçta yaşamın “Duyukta” üzre olmasına izin vermiş.
Sonrası bir muamma: Doğuşunda dünyanın en tuhaf, en korumasız, en zayıf varlığı olan insana diğer varlıklar “küçük varlık” diye ad takmış. Başlangıçta özellikle hayvanların çok iri oldukları hatırlanırsa, insan aralarında gerçekten çok küçük ve zavallı kalıyormuş. İnsanları ezmemek için hayvanlar onları sırtlarında veya avuçlarında taşırlarmış.
Ve insan giderek çoğalmaya ve tuhaf tavırlar sergilemeye başlamış: Önce ayrı bir dil icat ederek, kendilerini diğer varlıklardan ayrıştırmış, öteki olmuşlar! Peşinden, özlerinde sakladıkları bozguncu-kemirgen huylar birer birer ortaya çıkmış: Doyumsuzluk, kıskançlık, kibir, öfke, ayrımcılık, hak ihlalleri, kavga dövüş hileleleri, varlığa gereksiz yere zarar verme…belanın her türlüsü insanlar tarafından varlık alemine taşınmaya başlanmış. Cenneti andıran Duyukta halinin yerini cehennemvari bir dünya almış!
Hayvan ve bitkilerin insanlara karşı tepkileri elbette farklı farklıydı.
Birincisi, insanların vefasızlığına anlam veremiyorlardı. Hayvan ve bitkiler olmasa insanın dünyada ayakta kalma şansı yoktu, olamazdı da. Bu gerçeği nasıl akıl edemezlerdi.
İkincisi, dünya her varlığa yetecek kadar bolluk ve bereket taşıyordu. Aç gözlülüğe, doyumsuzluğa ne gerek vardı?
Herkes her biriyle tek bir dil üzerinden anlaşırken, dil farklılaşmasıyla ötekileşmeye ne gerek vardı? Nitekim bu son husus, insanların kendi aralarında da bölünmelere, ötekileştirmelere neden olacağı daha o zamanlardan belliydi.
Ayrıca, acımasız ve saldırganlaşmaktaydı insanlar. Bu çok tehlikeliydi. Bu yüzden de hayvan ve bitkiler arasında, insanları toptan yok etme fikri de yaygınlaşmaktaydı. Neyse ki, bilge hayvan ve bitki toplulukları kendi huylarını insanlara benzetmemek için çok direndi…hala da direnmekte.
Uzun tartışmalardan sonra, bitkilerin en bilgesi Ginseng başkanlığında toplanarak, şu kararlar alındı:
Böylece başlayan seferberlik binlerce yıldır, hiç ara vermeden devam ediyor. Beyaz Kurt ve şifalı otların etkisinde kalan insanlardan, duyuktayı öğütleyen felsefeciler, bilim adamları, yazarlar ve toplum önderleri yetişmeye başladı.
Rafaello’nun Felsefe Okulu tablosunda bir araya getirdiği her biri farklı kültür, coğrafya ve inançtan gelen ünlü bilginler umuda ışık tutan Beyaz Kurt ruhlulardır: Sokrates, Aristo, İbn-i Sina, İbn-i Rüşt, Cicero ilh…
Daha alınacak çok yol var. Eğer her insan içindeki beyaz Kurt’u uyarmayı başarışa, cenneti yeryüzünde topluca yaşamak bir ütopya olmaktan çıkabilir.Tarihin başlangıcındaki duyukta, sonunda da nasip olur.
Duamız niyetedir!
Meraklılar için bir kaynak: https://egrove.olemiss.edu/cgi/viewcontent.cgi?article=1097&context=southernanthro_proceeding