Doç. Dr. Birol Azar

Göğe Dair…

Doç. Dr. Birol Azar

Göğe Dair…


İnsanoğlu yeryüzünde rahat yaşayabilmek, düzen kurabilmek için içinde yaşadığı tabiatı uzun süre gözlemlemiş değişimleri hesaplamış bu değişimlerin de sebebini öğrenebilmek için başını göğe kaldırıp bakmış. İşte o bakışla birlikte gök kubbenin muhteşemliğini keşfetmiş bir daha da gözünü yükseklerden alamamıştır! Gözü yükseklerde olan insanoğlu hayal ettiği, ulaşamadığı, imkânsız gördüğü her şeyi gökte aramış,  korkularını göklerden gelecek gazap ile anlamlandırmaya çalışırken yine kendisini kurtaracak Mehdiyi gökten beklemiş. Tanrıya mekân olarak göğü seçmiş -öyle ya yukarıdan bakmak çok avantajlı her şeyi görebiliyorsun- ona yakın olabilmek için de evlerini, ibadethanelerini, mezarlarını yükseklere yapmış şairin dediği gibi göklerden gelen karar beklenmiştir. Alttakiler göğe bakıp hayatını düzene koymaya çalışırken, astronomiyi keşfetmiş yıldızlar, güneş ve ay ile gezegenlerin hareketlerini takip etmiş bu hareketlerin yeryüzündeki oluşumlar ile ilgilerini keşfedip zamanı yani takvimi bulmuş olayları zamana bağlamayı ve yaşam akışını disiplin altına almayı başarmıştır. Geleceğini belirleyebilmek için yapacağı bir işin olumlu olup olmayacağını bilebilmek için yıldızları takip etmiş ilmi nücumu/yıldıznameleri bulmuştur. Önemli olaylar öncesi müneccimbaşılar yıldızlara bakarak geleceği öğrenmeye çalışmış bu şekilde bir meslek dahi icat edilmiştir. Rasathaneler kurup göğü an be an takip etmiş orucunu aya-güneşe göre ayarlamış dolayısıyla gökteki her şeye kutsiyet atfetmiştir. Güneş ve ay tutulduğunda paniğe kapılmış kötü ruhların onları tuttuğuna başlarına felaket geleceğine inanarak gürültü çıkarmış yetmemiş gökteki kötü ruhlara silahla ateş etmiştir. İnkalar daha ileri giderek güneşe insan kurban etmiş Kukulkan’ın susuzluğunu insan kanıyla gidererek güneş tutulmasını felaket saymışlardır. Bazen gökteki yıldızlara cinsiyet addetmiş onlara görevler vermiştir. Merkür’e, Utarit yani Dilek gezegeni demişiz, Venüse Zühre demiş sevdiklerimizi benzetmiş, Satürn’e Zuhal demiş hazinelerimizi teslim etmişiz en gerçekçi olanı da yaşadığımız gezegene vermiş Dünya demişiz düşülen yer alttaki yer anlamına gelen. İnançlarda ve mitoslarda hep insanoğlu buraya düşmüş ceza çekilen yer anlamında kullanılmıştır. Artık bundan sonra sevdiklerinize hitap ederken “dünyam” diyemeyeceksiniz ne yazıkki…Ay’a, eril bir güç verip dede yapmışız, güneşi belki de yakıcılığından dişil bir şekilde tasavvur etmişiz. Dedemiz gençken güneşe âşık olmuş tüm zamanlarda olduğu gibi güneş nazlanıp kaçınca dedemiz kovalamış böylece gece ve gündüzler oluşmuş. Bu kovalamaca alttakilere sirayet etmiş onlarda da bir taraf hep kaçmış diğer taraf hala kovalamakta…sevdiklerimizi göğe kaldırmış, askere gidenleri göğe fırlatmış elimize bir bebek geçse göğe fırlatıp sevmişiz. Yaratıcıya seslenirken avuçlarımızı göğe kaldırmış gözlerimizle gökteki yaratıcıyı aramışız. Devlet başkanları, kağanlar, sultanlar, halifeler kut’u hep gökten aldıklarını söyleyip ğöğün oğlu olduklarını iddia etmiş meşruyeti göğe dayandırmışlardır. Peygamberler mucize göstermek için göğe yükselmiş, göğü memnun etmek için kurbanlar kesilmiş, savaşlar çıkarılmıştır. Velhasıl aşağıdakiler göğü memnun etmek için  birbirlerini yerken aşağıdaki düzen göğün memnuniyeti üzerine kurulmuştur. Yağmur bereket olarak telakki edilirken fazla yağmur felaket olarak görülmüş sebebi insanın hatalarına, kusurlarına bağlanmış, şiddetli soğukların hüküm sürdüğü günler göklerden düşen cemrelerle sevinilmiş, gökkuşağının altından geçenlerin cinsiyet değiştirdiklerine inanılmış “ gökten ne yağdı da yer kabul etmedi” diyecek kadar gök kutsallaştırlmıştır. Yaratılışı Tanrının gökte uçuşu ile başlatmış, göğü katmanlara ayırmış en güçlüyü en üst katmanda oturtmuş aynı katmanlaştırmayı cennet cehennem için de yapmışız. Göktürk, Gökmen, Göktuğ, Göksel gibi isimler verip çocuklarımızı yüceltmiş yukarıda oturan(lar)a hep saygı, merak, korku ve umut içinde yaklaşmışız. Düğünlerde gelin ile damat düğün salonuna yukardan inmiş, yüksek divanlara en muteber misafirleri oturtmuş, bahtı talihi burçlara bağlamış, makam mevki elde edene yükseldi demiş, egosu yüksek olana havalı demiş sözü dinleneni yukarıda başköşeye oturtmuşuz. Görünmeyen varlıkları gökle ilişkilendirmiş, akılla izah edilmeyen durumlar için göksel yolculuklar kullanmışız. İnsanoğlu var olduğundan beri başta korkusu olmak üzere pek çok duygu durumunu göğe bağlayarak hayatını zihinsel ve fiziksel açıdan rahatlatmak için hep dikkatini göğe vermiştir. Düşülen, aşağıda olan dünyada bulunan insan varoluşsal durumunu hep sorgulamış geldiği yere özlem duymuştur. Belki de bu yüzden farkında olmadan sürekli gözü yükseklerde ve havalanmayı istemektedir. İçine dönemeyen özünü keşfedemeyenin, farkına varamayanın yolculuğu ancak yatay düzlemde yavaş bir seyir halinde gerçekleşir dikey yolculuk için  varlığın mana ve mazmununu bilmek gerek diye düşünüyorum.

Yazarın Diğer Yazıları