Doç. Dr. Birol Azar

Kadınlar…

Doç. Dr. Birol Azar

Kadınlar…


Kadınlar günü dolayısıyla kadının bir çiçek ve anne olduğu dünyadaki her şeyin kadının eseri olduğu her başarılı erkeğin arkasında olduğu şeklinde birçok ifade duyacağız şüphesiz. Ama gelgelelim durum böyle midir? Onlara özel bir gün biçmenin bile onları farklı bir boyutta ve durumda görmek demek olduğunu düşünmeden piyasa kültürü ile kutluyoruz. Farklı kültürlerde kadına farklı anlamlar yüklenmiş yüceltilmiş, yakılmış, şeytanlaştırılmış, kullanılmış, ezilmiş ama bu olağanüstü varlık hep var olmuş ve her daim dünyayı güzelleştirmiştir. Mitolojilerde Tanrıya yaratma ilhamını bile o vermiştir. Yaratılış onun güzelliğiyle başlamış, cennette erkeğin yoldaşı olmuş ama aynı zamanda yaratıcıya da kafa tutarak yasak meyveyi yedirtmiştir erkeğe. O ana kadar Tanrının sözünden çıkmayan erkek kadını dinlemiş otorite yer değiştirmiş kadının otoritesi ağır basmıştır. Tanrı sözünü dinlememelerinin cezası olarak dünyaya sürülmüşler, sürülürken Tanrı erkeğe kendi sözünü dinlemeyip kadının sözünü dinlediği için dünyanın sonuna kadar onun iaşesi için çalışma cezası vermiştir -bugün kız istenirken sorulan ilk soru erkeğin ne iş yaptığıdır-. Kadına da ödül ve cezayı aynı anda vererek kendi statüsüne çekmiştir. Ödül olarak sadece kendine ait bir güç olan yaratma (doğurma) özelliğini vermiş ama yaratırken sözünü dinlememenin cezası olarak ölmeden küçük ölümü tatmasını istemiş büyük acılar çekmiştir. Kadınlar doğum yapıp bir mucize gerçekleştirirken aynı zamanda büyük acılar çekmekte küçük ölümü yaşamaktadırlar. Bugün Anadolu’da lohusanın kırk gün mezarı açıktır lafının kökeni bura olsa gerektir. Kadın her daim hayatın öznesi olmuş, zaman zaman nesne durumunda görülse bile hep gizli özne olarak varlığını sürdürmüştür. Yaşam onunla başlamış, yine onunla karmaşık hale gelmiş, âşıkları o çöllere düşürmüş, dağları deldirmiş, zindanlarda çürütmüştür. Onun için savaşlar yapılmış, barış yine o verilerek sağlanmıştır. Başındaki örtüsünü attığında kan davalarını bitirmiş kanunlardan daha kesin hüküm vermiştir. Sözünü iki eden evlat yeğ sayılmamış, cennet bile ayaklarına serilmiştir. Çoğu kültürde hayatın rengi, sesi, nefesi sayılmış, en güzel şiirler ona yazılmış, sanat onunla ruh bulmuş sanatın kaynağı olmuştur. Hint mitolojisinde Tanrı erkeği yaratırken, kaplumbağanın yavaşlığını, boğanın bakışlarını ve dehşetini, fırtına bulutlarının kasvetini, tilkinin kurnazlığını, sülüğün yapışkanlığını, kedinin nankörlüğünü, hindinin kabarışını, gergedan derisinin sertliğini eklemiş. Bunlara ek olarak ayının kabalığını, bukelamunun şıpsevdiğilini, sivrisineğin vızıltısını katarak erkeği yaratmış ve adam etsin diye kadına vermiştir. Kadın dünya üzerinde tüm sorunların çözücüsü ve kaynağı olarak mitolojilerde yer almış bu düalist tavır onun kutsallığının görünmeyen kerameti olarak algılanmıştır. Keza aynı mitolojide kadını yaratırken Tanrı çok itina göstermiş, yaprağın hafifliğini, ceylanın bakışını, güneş ışığının kıvancını sisin gözyaşını almış, rüzgârın kararsızlığını, tavşanın ürkekliğini eklemiş, bunların üzerine kıymetli taşların sertliğini, balın tadını, kaplanın, yırtıcılığını, ateşin yakıcılığını, kışın soğuğunu, saksağanın gevezeliğini, kumrunun sevgisini katmış, bunları eritmiş ve kadını yaratmış yarattığı kadını da erkeğe hediye etmiştir. Mitolojiler milletlerin anlama ve anlamlandırma çabalarının hikâyeleridir. Mitolojik metinler bize milletlerin bakışını, değerlendirmelerini verirler o yüzden en değerli edebi metinlerdir. Metinde de görüleceği üzere kadın bin bir itinayla yaratılmış ve erkeğe hediye olarak verilmiştir ki erkeği adam etsin. Ne yazık ki erkek bu hediyenin kıymetini bilememiş, çocuksuzluk durumunda tüm kusuru kadında aramış, sorunun çözümü için geleneksel tüm uygulamalar kadına yönelik olmuştur. Türbelere götürülmüş, türbe toprağı yedirilmiş, buralarda, pazarlarda sembolik de olsa satılmış, bitki kökleri yedirilmiş, çocuğu çok olan başka bir kadının yatağında yatırılmış, çocuk olmayınca da üstüne kuma getirilmiştir. Daha evlenme aşamasında birçok teste maruz kalmış, fiziğine dikkat edilmiş, saçına, dişine, tenine bakılmış, ince ip üzerinde yürütülmüş soyu sopu araştırılmış doğum yapabilir mi doğurgan mı endişesi oluşmuş hep, kaşık düşmanı ilan edilmiş, evlenmek istemese de kaçırılmış, dayak yemiş “erkektir bir lafı da fazla olur, bir iki tokattan ne çıkar denilerek” evine gönderilmiş “beyaz gelinlikle gittin ancak beyaz kefenle çıkarsın” denilerek çaresiz bırakılmıştır. Töre, namus kavramları onlara yapıştırılmış onlarla özdeşleştirilmiştir. Tarih boyunca erkeğin elinde zevk aracı olarak görülmüş farklı medeniyetlerde, Heter, Geyşa, Cariye adı altında cinsel obje olarak kullanılmıştır. Alınıp satılmış, az konuştuğunda Avrupa’da cadı denilerek canlı canlı yakılmıştır. Kadına danışın söylediğinin tam tersini yapın denilerek hadisler uydurulmuş, kadın insan statüsünden çıkarılıp mal listesine eklenmiştir. Mitolojilerde Tanrıya eş değer rol biçilen kadın erkek egemen toplumda araç’tan öteye geçememiştir. Destanlarımızda da Tanrı armağanı olarak kutsallaştırılan kadınlarımız erkekle yan yana hayatın içerisinde yer almış erkekten daha geride pasif bir şekilde algılanmamıştır. Erkeklerle birlikte vatanı için savaşmış, ata binmiş baş kesmiş yiğit evlatlar yetiştirmiştir. Onun adına onlar için kutsal koruyucu ruhlar ortaya çıkmış Umay bazen Hatunu tutup hakanın yanı başına oturtmuştur. Edebi metinlerimiz kadını böyle değerlendirirken, töremiz son sözü ona vermişken tüm bunlara rağmen erkeğin anavatanı olan kadın erkek egemen dünyada yeterli değeri görmemiştir. Anne, eş, sevgili, dost, arkadaş olarak hayatı renklendiren, güzelleştirilen sürgün yeri dünyayı cennete çeviren kadınları bir gün anlayabilmemiz dileğiyle…

Yazarın Diğer Yazıları