Doç. Dr. Birol Azar

Köylüleri Söyleyin Nasıl Kurtaralım?

Doç. Dr. Birol Azar

Çünkü onlar ağır adamlardır

Değişen bir dünyaya karşı kerpiç duvarlar gibi katı

Çakır dikenleri gibi susuz

Kayıtsız direnerek yaşarlar,

Aptal, kaba ve kurnazdırlar

İnanarak ve kolayca yalan söylerler

Paraları olsa da 

Yoksul görünmek gibi bir hünerleri vardır

Her şeyi hafife alır ve herkese söverler

Yağmuru, rüzgârı ve güneşi

Bir gün olsun ekinlerini akıllarına gelmeden

Düşünmezler…

Ve birbirlerinin sınırlarını sürerek

Topraklarını büyütmeye çalışırlar

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar karılarını döverler

Seslerinin tonu yumuşak değildir

Dışarda ezildikçe içerde zulüm kesilirler

Adım başı pınar olsa da köylerinde

Temiz giyinmez ve her zaman

Bir karış sakalla gezerler

Bir gün olsun dişlerini fırçalamaz

Ve şapkalarını ancak yatarken çıkarırlar

Çünkü onlar köpekleri boğuşunca kavga ederler

Birbirlerinin evlerine ancak ölümlerde ve düğünlerde giderler

Şarkı söylemekten kederlenmekten utanırlar

Gülmek ayıp eğlenmek zayıflıktır

Ancak rakı içtiklerinde duygulanır ve ağlarlar

Binlerce yılın kalın kabuğu altında 

Yürekleri bir gaz lambası kadar kalmıştır

Aldanmak korkusu içinde 

Sürekli birbirlerini aldatırlar

Bir yere birlikte gitmeleri gerekirse

Karılarından en az on adım önde yürürler

Ve bir erkeklik işareti olarak 

Onları herkesin ortasında döverler

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar yanlış partilere oy verirler

Tuhaf bir şekilde başkalarına inanırlar

 

Cami duvarı, kahve ya da bir ağaç gövdesine yaslanıp

On bir ay gökyüzünden bereket beklerler

Dindardırlar ahret korkusu içinde

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Yoksulluktan kıvrandıkları halde şükür içinde

Bunun Tanrının bir lütfu olduğuna inanırlar

 

Dünyanın gelişimine bir katkıları yoktur

Mülk düşkünüdürler amansız derecede

Bir ülkenin geleceği

Küçücük topraklarını ipoteği altındadırlar

Ve birer kaya parçası gibi dururlar su geçirmeden

Zamanın derin ırmakları önünde…

 

KÖYLÜLERİ SÖYLEYİN NASIL KURTARALIM?

İnsanın toplumsal ve varoluşsal sıkıntılarını sosyo-politik bakış açısıyla üstün bir gözlem yeteneğine dayanarak anlatan Şükrü Erbaş “Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz?” şiiri ile zamanında büyük fırtınalar koparmış, dönemin Cumhurbaşkanı dahil çok şiddetli eleştirilere maruz kalmıştır. Şiirin tamamında köylülere çok ağır ithamlarda bulunan şair esasında toplumdaki tüm kötülükler ve sapkınlıklar köylülerden mi kaynaklanmaktadır sorusunu sanki bize sormaktadır. Zira bir önceki yazımızda Avrupa değişim ve dönüşüm sürecinde halkı keşfedip ona kültürel değerlerini koruduğu ve yaşattığı için aşırı bir anlam yüklemesi yaparken halktan kastı köylülerdi. Kendisi gibi olmayan ama kendisinden de uzakta yaşamayan, barbar da değil ama medeni de geleneksel yaşamını sürdüren, kültürlerini muhafaza ederek kuşaktan kuşağa aktaran dar ve kapalı mekânlarda yaşayan bu kesim şehir merkezlerine giremez, yönetime katılamaz, mal mülk sahibi kısmen olabilen o dönem için geleceğin inşasında yaslanılacak kesim olarak fark edilmiş yaşamı ve ortaya koyduğu kültürel ürünleri değerli görülmüş milli kimliğin oluşturulmasında esas alınmıştır. Çağının bir gereksiniminden dolayı sınırlı bir zaman diliminde geçici bir değer yüklemesine maruz kalan bu kesim bizde de zaman zaman değerli görülmüş “milletin efendisi” statüsüne çıkarılmış ama çoğunlukla da Şükrü Erbaş’ın yaklaşımıyla tanımlanmıştır.  Şiir ironilerle, kızdıran, şaşırtan, düşündüren, üzen, şaşırtan, zihinlerde farklı oluşumlar oluşmasına yol açan, bir şiirin vermesi gereken duygulardan çok sloganist bir fırtına estiren bir ideolojik söylem seviyesinde görülmektedir. Belki de bu yönüyle  dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel 3 Mart 1994 tarihinde “Demirel’in Şiire Eleştirisi” başlığıyla bir yazı kaleme alır. Demirel yazısında “Şükrü Erbaş’a ait şiiri okudum. Köylülüğü ağır şartlar çerçevesinde sunan söz konusu şiirin çok katmanlı bir yapıya sahip olduğu görülüyor. Şiirin, köylüleri eleştirir görünürken aslında ironik bir üslupla, bizzat şartlar içerisinde değerlendiremediği köylülüğü, ona tepeden bakarak uygarlık yolunda yük gibi gören yanlış anlayışı eleştirdiği kanaatindeyim. Bununla birlikte, gerektirdiği gibi derin bir anlayışla okunmayıp, sadece düz anlamı itibariyle dikkate alındığında köylümüzü zem eden bir metin olarak yorumlanabilecek ve birtakım yanlış anlayışlara yol açabilecek niteliktedir. Diyerek aslında yapılan eleştiri ve yüklenen olumsuz sıfatlar köylüyü bu duruma getiren sürecin eleştirisidir iddiasındadır. 

Usta bir politikacı olan Demirel’in açıklaması durumdan her iki tarafı da incitmeden kırmadan çıkarak hem köylülere sahip çıkmak hem şehirli liberallere inceden dokunup kendinden uzaklaştırmama görüntüsü vermektedir. Bu eleştiri üzerine Şükrü Erbaş, şiirde ne anlatmak istediğini şöyle savunur: “ bu şiir başımın belası bir şiir. Tarihsel ya da sosyolojik açıdan dünya kadar söz söylenebilir… ben kaba bir dünyada yaşamak istemiyorum. Benim geleceğimi ufukları eşiklerden öteye varamayanlar belirlesin istemiyorum…felsefeyi, sanatı, bilimi bilmeyen, küçümseyen; dinin mülke, mülkünü dine dönüştüren insanları sevmiyorum. Ne yazık ki ülke tenha kasabalardan, ışıklı kentlere kadar bu düzeysizliğin egemenlik alanı haline geldi. Gerisinde bu bakışın yarattığı bir tepki şiirdir. Köylüleri niçin öldürmeliyiz? Kendim için onlar için insan onuruna yakışır bir yaşama biçimini tersinden söyleyen bir dili kurgusu vardır. Yargılanan aslında feodalizm, gelenekler..” İşte şiirin tüm gizemi de bu cümlelerde saklı. Köylü imgesi ile kastedilen cehalet, cehaleti ortaya çıkaran ve devam ettiren sebepler ve süreçler. 

Gazete okumaz ve haksızlığa 

Ancak kendileri uğrarlarsa karşı çıkarlar

Çocuklarını iyi yetiştirmezler

Evlerinde, kitap, müzik ve resim yoktur. 

 

Erbaş, köylüler üzerinden ironik bir üslupla şiirin kışkırtıcılığını da kullanarak toplumun cahil kesimini aptal, kaba, kolay yalan söyleyen, haksızlığa kendi uğradığında ses çıkaran, çocuklarını iyi yetiştirmemekle, yerlere tükürmekle suçlar. Şairin bu yaklaşımı büyük bedeller ödemeyi göze alan ama söylenmesi de gereken bir gerçekliği söyleyerek gelebilecek eleştirileri de göze alabilen aydın sorumluluğu tavrıdır. Yoksa siyasetçi yaklaşımı gibi bir tavır ile her şeye ve her duruma oy potansiyeli ile bakıp suya sabuna dokunmama durumu şiirde çok sert dile getirilen gerçekliği görmezden gelmek demek olur ki bu da sorunların görünürlüğünü pembe ışıklar altında göstermekten öteye geçmez.

Çünkü onlar otobüslerde ayaklarını çıkarırlar

Ayak ve ağız kokuları içinde kurulup koltuklara

Ama sokağa çıkar çıkmaz sümküre sümküre

Yollara tükürürler

 

Tüm kültürlerde toplumdaki bütün olumsuz sıfatların ve özelliklerin yüklendiği gelişmenin önündeki en büyük engel olarak görülen bu kesimi sosyolojik ve teolojik açıdan ciddi bir incelemeden, araştırmadan geçirmeden yere tükürmesi, otobüste ayakkabılarını çıkarması, kavga etmesi, karılarını herkesin içinde dövmesi, devlete hile yapması ve daha nice olumsuz yönleriyle değerlendirmek eksik bir tanımlama olacaktır. Köyünün mücadelesi tabiatladır. Tabiatla olan mücadelesinde ayakta kalmak için tutunmak, tuttuğunu da bırakmamak bu kesimin en önemli özelliğidir. Bu yüzden tutucudur, geleneğin tutuculuk yönünün somut simgesel değeridir.  Bir sonraki yazı şiirde geçen;

Devlet, tapu dairesi, banka borcu ve hastanedir

Devletten korkar ve en çok ona hile yaparlar, mısralarından hareketle köylü-devlet ilişkisi üzerine olacaktır. Zira bu kesimi anlatan en önemli mısralardır bunlar. Ayrıca halk irfanı denilen büyük devletleri kuran ve felsefi akımlara kaynaklık eden irfanı da gözden uzak tutmadan bu kesimi tekrar milletin efendisi yapmanın zamanı gelmiştir de geçmektedir…

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları