Doç. Dr. Birol Azar

Vay Dedi Eğdi Başını …

Doç. Dr. Birol Azar

Vay Dedi Eğdi Başını…

Bu yazının konusu yıldönümü sebebiyle yüzyılın felaketi olarak  kabul edilen binlerce insanımızın ölmesine sebep olan 6 Şubat depremi olabilir “unutmadık, unutmayacağız, unutursak…” diye başlayan hamaset dolu bir yazı kaleme alınabilirdi. Zira sanal alem bu sloganlardan geçilmemekte, günü fırsata çevirmek isteyenlerle, medyada görünürlüğünü artırmak isteyenler canhıraş bir yarış içine girmiş, olan samimi duygularını dile getirenlere olmuştur. Henüz daha hatalardan ders çıkarmayıp takım tutar gibi siz biz tartışmalarına girmek, ölüme sınıf ve saf biçmek, olanı takdiri ilahi olarak görüp sebebi insanın günahlarına sonucu Allah’a bağlamak insanoğlunun binlerce yıl önce de yaptığı bir ilkel insan zihninin değerlendirme ölçeğidir. Ne yazık ki mitolojik dönem unsurları günlük yaşantımızda gelenekler içerisinde dinimizin bir gereğiymiş gibi görülüp kabul edilmesinin yanı sıra günümüz insanın eğitim düzeyi ne olursa olsun yapılanları Tanrıya bağlaması, felaketlerden ders alınmasının önüne geçiyor, mantık, akıl, bilimsel veriler göz ardı ediliyor sorunun üstü topluca uluhiyete bağlanarak sessizliğe terk ediliyor. Bu yaklaşım en eski zamanlardan beri değişmeyen bir bakış olarak bugünlere kadar maalesef gelmiş, görünen  odur ki bu bakış değişmedikçe her felaket böyle değerlendirilmeye devam edilecek ve biz yangınlardan, depremlerden, sel taşkınlarından hep günah-sevap ekseninde kalarak değerlendirmeler yapacağız. Değişmeyen zihin yapımız -bir önceki yazımızda belirttiğimiz önceleri taşradakilerin yani halkın  (Batıdaki karşılığı köylü) zihin yapısının artık kentli insanlarda da görülmeye başlanması ile daha da belirgin bir şekilde karşımıza çıkmakta-ile mitik zamanların günümüze transfer olan etkileri, modern zamanların allayıp pulladığı argümanlara dönüşmüş ve modern insanın sanki yeni bir zihni katmanı olmuştur. Şükrü Erbaş’ın köylüyü zihinsel olarak betimlerken kullandığı sözcükler zihnin katılığı ile depremde en az zararla çıkan kerpiç evlerin katılığı arasında sanki gizli örüntüler kurmaktadır. Değişen dünyaya karşı en katı tutumu gösteren köylü zihniyeti ile onun oturduğu evin kerpiç duvarı deprem bölgesindeki jeologların ifadeleriyle sarsıntıya karşı en dirençli yapılar olması edebiyatın ironi alanının mucizevi ifadeleri olsa gerektir. Buradan “bakın her zaman değişim iyi olmayabilir” anlamı çıkaranlar olabilir velakin zihnin gelişmelere kapalı olması toplumsal yaralı bilinçlere ve travmalara sebep olmaktadır. Zihinsel travmalar özellikle toplumsal bazda yıllarca nesiller boyu etkilerini sürdürmektedir.


Çünkü onlar ağır adamlardır

Değişen bir dünyaya karşı kerpiç duvarlar gibi katı

Çakır dikenleri gibi susuz

Kayıtsız direnerek yaşarlar,

Mısralarında belirttiği gibi değişim ve dönüşüme en katı direnci gösteren köylü zihniyeti ne yazık ki artık kentli bireylerin zihniyeti haline gelmiştir. Köylülerin özellikle devletle olan ilişkilerinin anlatıldığı mısralarda hakikat payı olmakla birlikte sanki biraz ağır ithamlara gidilmiştir:

Devlet, tapu dairesi, banka borcu ve hastanedir

Devletten korkar ve en çok ona hile yaparlar, ifadeleri devlete bakışı göstermekle birlikte bu durumun sosyolojik değerlendirmeleri neden böyle davrandıklarını açıklayacaktır. Abduraahim Karakoç’un meşhur “ İsyanlı Sükut” şiiri tam da bu durumun sosyolojik altyapısını edebi gelenek içerinde vermesi ile bir nebze izah edebilir:

Gitmişti makama arz-ı hal için

Bey dedi, yutkundu, eğdi başını

Bir azar yedi ki oldu o biçim

“Şey” dedi, yutkundu, eğdi başını. Tahmin edeceğiniz üzere anlatılan kişi bir köylüdür. Tavrı, utangaçlığı, mahcubiyeti, sessizliği ile var ama yok olan görülmeyen, dikkat edilmeyen, yıllarca kültürlerde bu özellikleriyle ortaklık gösteren köylü…yıllarca önce Anadolu’nun pek çok yöresinde görülen köylü tipi, kılık kıyafetine bakılarak değer biçilen, kuruma girerken iki büklüm olan, kral hazretlerinin karşısındaymış gibi büzülen bu tipin zihin yapısıyla Erbaş’ın köylüsünün zihin yapısı birbirine zıt görünse de aynı tipolojide buluşabilir. Bu durum bakış açısıyla izah edilebileceği gibi sınıfların ortak özellikler göstermesinin yanında çok farklı unsurları da beraberinde taşıyacağını göstermektedir. Karakoç şiirinde tam bir teslimiyetçi tip çizer, içine atan, kendini ifade edemeyen ezik bir tiptir bu.

Kapıdan dört büklüm çıktı dışarı

Gözler çakmak çakmak, benzi sapsarı

Bir baktı konağa alttan yukarı

“Vay” dedi, yutkundu, eğdi başını. 
Şiir dilinde kullanılan kelimelerle bir ressamın fırçalarındaki renk uyumunu ve tasvirini yapan Karakoç, kullandığı kelimelerle köylü tipolojisinin resmini çizmiştir. Dört büklüm çıkmak, konak, alttan bakmak, başını eğmek, ilmek ilmek köylüyü işlemektedir dolayısıyla bu görüntüdeki bir kişinin zihin dünyası da keskin hatlarıyla belirginleşmektedir.

Yürüdü, kör topal çıktı şehirden

Ağzına küfürler doldu zehirden

Salladı dilini vazgeçti birden

Oyyy dedi yutkundu eğdi başını. Çaresizlğin vermiş olduğu bir sessiz isyan sonu ağıza dolan küfürler ve devlet dairelerinden mümkün mertebe uzak durma hali uzun zaman Anadolu köylüsünde görülen bir duygu durumudur. İki şairimizin aynı kesime bakışındaki farklılık birinin diğerine üstünlüğü ya da eksikliği tarafgirliği olarak değerlendirilmemelidir. İki yaklaşım da tüm kültürlerde görülen nerdeyse benzer yaklaşımların kendi pencerelerinden ifadesinden ibarettir. Cumhuriyetin ilk yıllarında %85 olan köylü nüfusumuz endüstrileşmenin başlaması ile şehirleretaşınmış oran zamanla tam tersine dönmüştür. Köyden şehiretransfer sadece ev taşıma ile sonlanmamış bu zihniyette yeni ikâmet yerlerinde kendine yer bulmuş az buçuk şehirli gibi görünse de uzun yıllar varlığını her alanda devam ettirmiştir. Bir sonraki yazımızda bu zihniyetin ortaya çıkardığı kültür ve kültürel unsurlar ile egemen kültürü, arabesk kültürü, seçkin kültürü popüler ve hakim kültürü konuşacağız. 
Yazının başında andığım depremde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyor, zihin yapımızın alttan başlayarak değişip dönüşeceği günlere vesile olmasını umuyorum.

Yazarın Diğer Yazıları